15 Aralık 2015 Salı

Bursa Şehir Gezisi

 Bursa'daki müzeler birbirine oldukça yakın. Bu sebeple gezmek hiç zor değil. Pazartesi günü dışında çoğu ziyarete açık olan Arkeoloji müzesi, Atatürk köşkü müzesi, İslam eserleri müzesi ve Karagöz evi aynı ilçede yürüme mesafelerinde yer alıyor.

 Çelik Palas'ın hemen yanında yer alan Atatürk köşkü zamanında Bursa Belediyesi tarafından satın alınmış ve dayanıp döşenerek Atatürk'e hediye edilmiş. Atatürk'ün toplamda 2,5 ay kadar kaldığı köşkte Latife Hanım ve yaveri Salih Bey'de dahil olmak üzere dönemin birçok devlet başkanını da ağırlamıştır. Onarımdan sonra 1973 yılında ziyarete açılan köşkteki birçok eşya orjinaldir.


Köşk'ün dış görünüşü

     

Girişin hemen yanındaki dinlenme odası



Yine girişte bulunan salon. Burada koltukların ne kadar zarif olduğuna hayretle şahit oldum. Koca koca devlet adamlarının bu incecik bacakları olan koltuklarda hayal edemedim nedense. Özellikle şimdi evlerde bulunan geniş, yumuşak ve rahatça yayılabildiğimiz koltukları düşününce çok rahatsız göründüler gözüme. Burayı tanıtan çalışkan ve Atatürk aşığı bir ağabeyimiz vardı. Kendisi halının İran Kralının hediye ettiğini iletti. Ben de onun yalancısıyım.



 Atatürk'ün yatak odası. 



Sandalyedeki ayaklar kartal pençesinden. Yine çok estetik. Bunun sebebinin de Ata'mızın Beşiktaşlı olmasına bağlıyoruz.


Atamızın yaveri Salih Bey'in dinlenme odası


Atatürk'ün çalışma odası


Ve yemek odası. İçeri girdiğinizde ahşap evin ve eşyaların yaşadığını ve müthiş bir tarih kokusu duyacaksınız. Benim ilk gidişim Veda filmini izledikten hemen sonraki gün oldu ve daha da etkilendim. Muhakkak gidin görün derim. Giriş ücretsiz. 

12 Eylül 2015 Cumartesi

Eylül'de Bozcaada!

Yazın başından beri gitmek istediğim ancak feribot otomobil geçisinin 70tl olması sebebiyle sürekli ertelediğim Bozcaada'ya nihayet gitmek nasip oldu. İyi ki de geç gelmişim, Eylül ayı adanın en güzel zamanı... Adanın eski ismi Tenedos. Boğaza olan stratejik konumu yunanların Troya savaşında burayı üs olarak kullanmalarını sağlamış. Hakikaten haritada da boğazın tam karşısında yer alıyor ve akıntı çok fazla. Çok duymuşsunuzdur ama ben de söyleyeceğim: Su çok soğuk! Su ısısı yer yer değişiyor. Ben bunu kendimce boğazdan gelen Marmara suyunun yarattığı akıntıya bağladım ama bilimsel değil:) Eylül ve Ekim ayları nispeten daha çok ısınıyormuş ama Eylül'de böyleyse Haziran'da nasıldı çok merak ettim doğrusu.

Bozcaada çok büyük bir yer değil. Merkezi çok küçük ama sevimli. Adaya varmadan ihtiyaçlarınızı büyük ölçüde temin etmenizi öneririm çünkü dükkanlar çok küçük ve bazen ''Güneş kremi bitti!'' gibi yanıtlar alabiliyorsunuz. Kurumsal market yok. Biz Adakale Market'ten alışveriş yaptık.

Bi Küçük Eylül Meselesi filmini Bozcaada'ya gelmeden birkaç kez izlemiştim bu sebeple film karelerinde geçen yerleri bulup ''Kanatlarım var Ruhumda'' şarkısını mırıldanıp durdum:)


  Gitmeden önce Bozcaada'da gideceğimiz noktaları harita'da işaretlemiştim. (Genelde hep böyle yaparım) Ada çok küçük olduğundan aslında gerek yokmuş:) Çadır tatili tercih ettiğimizden adadaki tek kamp alanı Ada Camping' e gidiyoruz. Kamp alanını çok temiz ve güvenli bulduk. kişi başı kendi çadırınızda 25 tl. Ayazma plajına 800mt. Sulubahçe plajına 200mt mesafede. Günbatımı terası ve Habbele plajlarına da çok yakın. Adada ayrıca muazzam butik oteller var. Ataol Çiftliği görme imkanımız oldu ve çok beğendik.

 Yüzmek için Sulubahçe plajını tercih ettik çünkü Ayazma çok kalabalık ve denizi Sulubahçe'den iyi değil. Sanırım adadaki turistlerin burayı tercih etme sebebi tesislerin oluşu. ayazma'da şezlong ve şemsiye kiralayabiliyorsunuz. Biz kamptan aldığımız şemsiye ile Ada Camping'in hemen karşısındaki sazlıklardan içeri yürüdük. Sulubahçe plajının tabelası yok, aslında diğer plajlarında yok:) Ayazmanın hemen yanında kalan plaj bulmadı zor değil. Ancak Günbatımı burnuna doğru ilerledikçe sahil güzelleşiyor, belirteyim.

 

   Deniz enfes! Bu kadar berrak bir su sizi şaşırtabilir. Balıklar sahilin dibine kadar geliyor ve çok samimiler. Zargana, Lüfer, Mürekkep, çöpçü, torpil ve adını bilmediğim bir sürü küçük balık var. Şnorkel'siz bile görmek mümkün.

 Akşamları günü batırmadan kimse merkeze gitmiyor. İlk gün akşam her yeri boş görünce çok şaşırdık ama ikinci günün akşamı anladık ki herkes günbatımı terasında:) Bu yaz en keyif aldığım an Bozcaada'da günbatımıydı. Talay'dan aldığımız Rose Halikarnas o akşam bize eşik etti.


Rüzgar güllerinin olduğu enerji santrali Günbatımı teraslarına giden sapaktan hemen sonra. Genelde herkes önce buraya uğrayıp Türkiye'nin üçüncü en büyük Rüzgar enerjili santralini yakından fotoğraflıyor. Bizde öyle yaptık:)


Güneşin batışını bulutlar yüzünden pek göremesek de bulutların yarattığı ışık kırılmaları ve renkler kendilerini affettirdiler. Deniz yansıma ile bembeyaz göründü ve harika bir görüntü oluştu. Bozcaada'ya gidip de güneşin batışını izlemezseniz geziniz eksik kalmış olur, söylemesi:)



Şarapları alırken ayrıca oranın yerlisinden adanın en yüksek noktası olan Göztepe'nin de manzarasının güzel olduğunu öğrendim ancak bu bir daha ki sefere kaldı.





 Merkeze araç ile biryere kadar inebiliyorsunuz sonra kapanlar var. Adada ücretsiz otoparklar var turistik yerlerde alışkın olmadığımız için çok şaşırdık. Battı Balık adada çok meşhur. Ayrıca Çınaraltı kafe de öyle. Buraya gelmişken aslında Gökçeada'nın meşhur lezzeti Efibadem'i tadıyoruz ve bayılıyoruz. Muhakkak deneyin. Patlıcanlı börek de yine adalarımıza has lezzetlerden. Çiçek Fırın'ın ürünleri de çok seviliyor.  Ve yabi reçelleri. Domates reçelini de deneyin. Biz ekonomik bir tatil yaptığımızdan bunları yedik:) Eminim birbirinden güzel mekanlarda enfes ada lezzetler sunuluyordur ancak fiyatlar biraz uçuk. Üstelik sezonda rezervasyon şart. Rum mahallesi ve kale ada merkezinde gezilecek yerler.

 Şaraplar beklediğimizden de ucuz ve lezzetli. Biz Talay'dan Beyaz Vasilaki, Kırmızı Tenedos ve Rose Halikarnas aldık. Fiyatlar 2015 yılında 18-20 tl. Yunatçılar çok tavsiye ediliyor bence denenmeli.

Son olarak Eylül adanın en güzel zamanı demiştik değil mi? El ayak çekilince, dar sokaklar ferahlayınca ve esnaf kadir kıymet bilmeye başladığı zaman Eylül. Ayrıca Eylül'ün ilk haftası bağbozumu festivali, ikinci haftası lezzet festivali var. Eylül'de şarap üretimi başladığından ada sokakları mis gibi üzüm kokuyor. Çok uzun süreli kalırsanız sıkılırsınız belki ama Eylül'de muhakkak bu bol rüzgarlı, bozkır adaya bir kaçamak yapın:)




5 Ağustos 2015 Çarşamba

Bir deniz tutkunundan Türkiye'nin Denizleri!

Tur'a çıkmadan önce en merak ettiğim buydu. Deniz ve plajların nasıl olduğu, çünkü yüzmeyi çok seviyorum. Bu sebeple birer kelime ile gidip gördüğümüz denizleri tanımlamak istedim.

Antalya - Manavgat - Sorgun : Oteller bölgesi deniz ılık ve kum. Eylül ayında deniz çok fazla ısındığından hoş olmuyor. Manavgat tarafında sorgun halk plajı çok çabuk derinleşiyor ve dalgalı.

Antalya - Belek : Oteller bölgesi dahil deniz genel olarak taşlı ve yosunlu. 

Antalya - Tekirova : Çok hızlı derinleşen ancak çok berrak bir su. Dalış için çok uygun.

Antalya - Kemer -  Phaselis: Müthiş!! Doğal ve hafif sığ. Denizden sonra çam ormanları. Taptaze bir koy. Ayrıcaa aynı isimli kentin limanı.

Antalya - Çıralı : Tatlı su ile karıştığı Olimpos'ta deniz soğuk ve kristalleşen bir suya sahip. Sığ değil.

Antalya - Kaş: Denize girilecek plaj sayısı az. Tamamen kayalık girişli olduğundan , kumun yarattığı bulanıklık yok ve çok berrak ve canlı barındıran bir deniz. Su soğuk gibi. Şnorkel ve dalışa çok uygun.

Antalya - Kalkan - Kaputaş:  Turkuaz renkli bir deniz ,denizin tabakası sanırım killi. Beyaz kumlar. Çok dalgalı ve derin.

Antalya - Kalkan - Patara: Kocaman bir kumsal, sapsarı kumlar. Denizin içinde bir taş bile yok. Çok dalgalı ama eğlenceli. Yakın yapılaşma yok.

Antalya - Sarıgerme : Uzun bir kumsal ve taşlı bir deniz. Dalga az.

Muğla - Kelebekler Vadisi: Şu aralar gezi tegkneleri kıçtan kara yaptıklarından denize girmek neredeyse imkansız. Onun dışında taşlı ama doğal bir koydan denize girebilir belki de caretta carettalarla birlikte yüzebilirsiniz.

Muğla - Dalyan - İztuzu: Patara gibi doğal uzak bir koydan giriliyor. Su yamaşlarındaki orman gibi yeşile çalıyor. Sığ bir deniz ve girişinde parlayan tuzlar ilgi çekici. Dalgasız ve kumulun ardında denizin diğer parçası gölet oluşturmuş. Kumsalda Caretta caretta ve yengeç yuvalarını görebilirsiniz.

Muğla - Selimiye: Sahil ve deniz hep taşlı. Deniz Olimpos'taki gibi derinleşiyor. Çok fazla yat var demirlemiş. Yerleşim ve deniz arasında minik bir koridor var. Çoğu yerde şezlonglar betonda. Deniz berrak.

Muğla - Akyaka: Kum çok ince olduğundan deniz bulanık. Koyu renkte kumsalı var ve çok arı var. Eylülde arı ölülerinden denize bir set oluşuyor. Deniz çok ılık. Burada yat turu iyi bir alternatif olacaktır. Özellikle Sedir Adası müthiş kumu ve denizi ile muhakkak deneyimlenmeli. 

Aydın -  Güzelçamlı - Dilek Yarımadası: 4 koy bulunmakta: İlk koy İçmeler. Phaselis gibi çam ormanı karşısında yavaş derinleşen güzel kumlara sahip bir denizi var. Diğer koylar içinde en kalabalık olanı. Diğer koylar daha taşlı, soğuk ama berrak. Denizin rengi çok çok güzel. Milli park içinde olduğundan az deforme olmuş.

Aydın - Kuşadası: Çooook kalabalık. Kadınlar plajı denizi güzel ama çirkin bir kalabalığa sahip olduğundan gidilmese de olur gibi.

İzmir - Çeşme - Ilıca: Çok popüler, güzel bir kalabalığı var. Çok pahalı beachler de var ama ben ılıca plajını çok seviyorum. Şezlong 2015 yılında kişi başı 20 tl. (Haftasonu) Denizin rengini bilen bilir. Turkuaz bir deniz. Girişi hafif yosunlu ama genelde kumlu. Kaplıca suyu ile karıştığından Temmuz'dan sonra deniz çok sıcak oluyor. Sürekli esen bir plaja sahip.

İzmir - Çeşme - Altınkum: Denizi buuuuuuz gibi.

İzmir - Çandarlı: Deniz hafif soğuk, girişi az taşlı ve yosunlu. Hiç kalabalık olmayan nezih bir plajı var. Şezlong kiralamak şart değil. 

Balıkesir - Ayvalık - Sarımsaklı: Ilıca gibi çok güzel bir esinti var. Kumsal sezonda çok kalabalık. Otellere ait plajlardan şezlong kiralayabiliyorsunuz. Deniz benim en sevdiğim:) buz gibi soğuk. Haziran'da üşütür. Hafif sığ. Haftasonu çok kalabalık olduğundan biraz kirlilik oluyor.

Çanakkale - Bozcaada: Berrak sular... Soğuk ve canlı hareketliliği fazla olan bir su. Su hemen derinleşmiyor. Porazda Habbale, Sulubahçe ve Ayazma tercih edilebilir.

Bartın - Amasra: Gördüğüm en güzel beyaz kumları. Ancak denizde el büyüklüğünde yengeçler varf. Çok doğal ve soğuk bir deniz. Ama yere az basın:)

Ordu - Ünye: Ilık ve derinleşmeyen, hatta merdiven çıkıyormuşsunuz gibi hissettiren bir deniz. Çok büyük ve zehirli deniz analarına sahip.

Genel olarak Güney sahilleri çok doğal ve egzotik, Ege Milli parklar dışında çok kalabalık ve daha deforme, Karadeniz ise kocaman bir göl bulanık ve keyifsiz. Marmara denizi'ni yüzmek için uygun bulmuyorum:)


Patara ve Kaputaş Plajları

Patara plajı o kadar eğlenceli ki anlatamam. Çok büyük bir kumsala sahip ayrıca Caretta caretta ların yumurtlama yeri olduğundan koruma altında. Deniz çok dalgalı ve ince kuma sahip olduğundan çok bulanık olsada temiz. Dalgalarda çocuklar gibi oynadık ve saatlerce denizden çıkamadık. Çok keyifliydi. Hatta bu yazıyı yazarken hala gülümsüyorum. 2014 yılından sonra bu yıl da tekrar sadece dalgalarda oynayabilmek için ziyaretine gittik:)

Kaputaj plajı ise yol kenarından merdivenlerle inebileceğiniz tepeden muhteşem görünen suyun rengine aşık olabileceğiniz ancak biraz korkutucu bir plaj. Deniz çok ani derinleşiyor ve çok dalgalı. Girerken ve çıkarken çok zorlanıyorsunuz. Akıntı riskini düşününce açık denizde böyle bir plaja sakince giremiyorsunuz. Özellikle Saklıkent faciasından sonra tehlikeleri artık daha çok tartar oldum. İyi mi kötü mü bilmiyorum, siz kendi eşiğinizi ve limitlerinizi belirlerken bunu da düşünün.

2014 görünüm - KAPUTAŞ


2015 görünüm  - KAPUTAŞ

Patara

Patara

Saklıkent

5. GÜN
Kaputaş plajı
Patara plajı
Xanthos
Saklı Kent ve Ölüdeniz Kamp

5. Güne kadar güzel geçen tatilimiz ne yazık ki planladığımız gibi ilerleyemedi. Önce Saklıkent denilen rezaleti açıklamak sonra da gezdiğimiz diğer yerleri anlatmak istiyorum.

Saklıkent Muğla ve Antalya arasında bir doğa olayı ile oluşmuş daha sonra yurdun çeşitli yerlerinde de sıkça rastladığımız gibi girişine turnikeler yerleştirilmiş bir ticarethane. Geçmişi çok parlak olmamasına rağmen hiçbir güvenlik önlemi olmayan oldukça tehlikeli olduğunu tecrübe ettiğimiz bu turistik bölgeye girerken tepedeki yaylaların üzerinde yağmur bulutları görmüştüm. İçeriye girdiğinizde önce yamaçta bir körü üzerinde ilerliyorsunuz sonrasında ise çılgın gibi akan Eşen Çayını geçerek vadi içerisinde 20 km süren bir yürüyüşe başlanıyor. 2014 yılında bu bölgede tam da bizim ziyaretimiz sırasında çok üzücü bir durum yaşandı. 2 gencin ölümü ile sonuçlanan sel felaketinin ardından hala turizme açık olan bu bölgeyi bence planınıza dahil etmeyin.

Uzun süre etkisini atlatamadığımız selde yaklaşık 400 mt kadar sürüklendik ve vücudumuzda derin yaralara sebep oldu. Daha önce 1996 da yaşanan aynı sel yüzünden yine birçok kişinin yaralanmasına sebep olan yerin çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. İnsan hayatına hiç saygısı olmadığını hala bu yeri turizme açık bırakan yetkilileri de kınıyorum.





Saklıkent'e girmeden önce uğradığımız Xanthos antik kenti çok hüzünlü bir geçmişe sahip. Oraya vardığımızda havanın bulutlanması da ruh halimizi etkilemiş olabilir. Xanthos M.Ö 545 yılında kenti kuşatan Pers ordusuna karşı kahramanca bir savunma yapmış, önce kadın ve çocukları öldürüp sonra evlerini yaktıktan sonra intihar saldırılarıyla yok olup gitmişlerdir. O sıra orada bulunmayan 80 aile dışında kimse kalmamış yeniden kurulan ken M.Ö 42 yılında Brutus tarafından tekrar işgal edilmiş ve ölümüne savaşan halktan sadece 150 kişi ve birkaç kadın esir alınabilmiştir. Kent 1950 yılından bu yana arkeologlarca kazılmaya devam etmekte. Lahitler ve yazıtlar en önemli eserler arasında. Birçok kez harap olduğundan ve yangınlar sebebiyle kentten kalan çok fazla yapı bulunmamakla birlikte çalınan bazı yapılarında sadece kopyaları bulunmaktadır.





Myra ve Kaş Camping

Myra, antik yapıları gezerken daha az etkilenen ve/veya taştan daha fazla birşey göremeyenler için bile oldukça tatmin edici bir kent. Herbiri birer anıt olarak ustalıkla oyulmuş kaya mezarlarını gördüğümde aynen böyle hissettim. Bu saygın çabayı kendi çağımızda anlamak gerçekten çok güç ve hayret verici.

Bu şehirdeki kalıntılar incelenmiş ve M.Ö 5 yy da kurulduğu tarihlenmiş. Bu dönemlerde Antik şehirler adlarının yanında unvanları ile de anılırlarmış. Myra'nın unvanını girişteki tabeledan öğreniyoruz '' En Parlak''

Şehrin önemini vurgulayan özellikleri saymakla bitmiyor. Patara ve Phaselis ile birlikte dönemin en önemli 3 limanından biri olan Andriake olması, Aziz Nicolaus'un  burada piskoposluk yapmış olması, Antik limanın oldukça büyük ve ihtişamlı olması gibi birçok öneme sahip.









Çok gezdik çok yorulduk ve Demre Andriake'de kamp yapmayı planlamıştık fakat oraya vardığımızda beğenmedik. Bizde ertesi günü gideceğimiz Kaş'a hemen gitmeye karar verdik. Yol yorucu  geçti ayrıca Finike'den Demre'ye giderken olduğu gibi denize yakın değildi. Kaş'a vardığımızda çok acıkmış, gergin ve yorgunduk. Neyse ki burada kalacağımız kamp alanı Türkiye'de seçilen en iyi 20 kamp alanı içindeydi ve hakikaten güzeldi. 2014 yılında 40 2015 yılında 45 tl olmuş 2016 yılında 50 tl olması muhtemel:)

Çadır için yer bulmanız çok güç olabiliyor. Müdavimleri çok olduğundan kalabalık bir kamp alanı. Ama çok renkli ve güzel bir ortamı var, seveceksiniz.




Likya Programı ve Demre

4. GÜN
Demre Noel Baba klisesi
Limyra
Myra
Kamp: Kaş

Limyra Antik kenti Demre'ye gelmeden Finike Elmalı karayolu üzerinde hemen yol üzerinde. Kenti gezmek için gişeden geçmiyorsunuz. Birçok kaya mezarı, yamaç ev ve bir antik tiyatro bulunmakta. Çok sıcak olduğundan tepedeki akrapol ve kiliseyi gezemedik. Halen arkeolojik çalışmaların devam ettiği kenti fotoğrafladıktan sonra devam ediyoruz.




Demre ve Finike fazla şehirleşmiş iki sahil kenti. Demre'ye vardığımızda pazarından akşam için yiyecek meyve ve sebze alıyoruz ve taşınabilir buzluğumuza koyuyoruz. Aslında bu buzluklar çok iş görüyor ama biz ilk etapta pek beceremedik doğrusu. İçine aldığınız hazır satılan buz üniteleri çok yeterli ve pratik değil. Sahil şehirlerinde bulunan tekel işletmelerinin çoğunda (hemen hemen hepsinde) normalde aldığımız litrelik suları buz olarak satıyorlar bunları eridikçe yenileyerek kullanabilirsiniz. Hem eridiğinde zaten içiyoruz:))

Alışverişimizin ardından sorarak (Google Maps çok yardımcı olamadı) Noel Baba kilisesini bulabildik. St Nicolaus 343 yılında bir lahite gömülüyor ve adına inşa edilen bu kiliseye konuyor. Birçok savaş, deprem, arap akınları gibi büyük dış etkenler tarafından zarar görüyor. Hatta 1087 yılında buraya gelen İtalyan denizciler tarafından kırılan lahitten St Nicolaus'un kemikleri çalınarak Bari'de adına bir katedral inşa ediliyor. Şimdi ise çalınamayan kemik parçaları Antalya Müzesinde sergilenmekte.

Yabancı turistlerin akınına uğrayan kilisenin freskleri oldukça ilgi çekici.








Likya Güneşin Kenti,İlk Durak:Phaselis

Konyaaltı'nda geçirdiğimiz endişeli ve uykusuz bir geceden sonra güney sahillerinde aklımda en çok yer eden ve herkes için büyüleyici bir deneyim olacağına inandığım Phaselis antik kentine doğru yola çıkıyoruz.

3.GÜN

Kemer Phaselis
Olympos Antik Kenti
Kamp: Olympos

Kemer'den çıktıktan 12 km sonra kahverengi Phaselis tabelasını görüyoruz. Sapaktan döndükten sonra Müzekart'larımız sayesinde kolayca gişeden giriş yapıp ücretsiz otopark'a aracımızı bıraktıktan sonra bizi ördek çetesi karşılıyor. (Kaz da olabilir ben aradaki farkı anlamıyorum:)) Elimdeki sandviçin yarısını paylaşıyoruz ve olaysız dağılıyoruz.


Phaselis İ.Ö 7 yy da Rodoslu Koloniciler tarafından yerli bir çobandan kurutulmuş balık karşılığında alınarak kurulduğu söylenir. Pamfilya ve Likya sınırında mükemmel bir coğrafi konuma sahip şehir o dönemlerde yaşanabilecek en güzel yer gibi hissettiriyor. 3 limana sahip şehrin denize girilen en güzel limanı bence güney'de olan ve birçok günlük gezi teknesinin de tercih ettiği liman. Denizi çok doğal ve tamamen kumla kaplı. Denizden kumsala baktığınızda çam ormanlarını ve kentin kalıntılarını izleyebiliyorsunuz. Başka hiçbir yapı yok umarım böyle kalır.




Bu güzel şehri gezdikten sonra kamp yapacağımız Olympos'a doğru yola çıkıyoruz. Olympos (Ulu, Yüce anlamına gelen ) Likya birliği içinde bir antik kent. İçinden buz gibi Akçay deresi geçiyor. Aynı zamanda burada bulunan dağın Zeus ve Apollon kültlerine tapınak olduğunu biliyoruz. İlk defa geldiğim ancak çok işittiğim bu turistik bölge benim için tamamen hayal kırıklığı oldu maalesef. Kent kalıntıları oldukça hoyrat sergileniyor, düzen yok. Yerleşim plansız ve itici. Gereksiz bir kalabalık var ve yaş ortalaması çok düşük. Bunun yanında daha önce sadece kamp yapılan bir çok işletme artık çadır kampına izin vermiyor, sadece bir yer bulabildik. Anladığım kadarıyla anayoldan oldukça içeride ve zahmetli bir yoldan girilen bir zamanların bohem ve sakin koyu çoktan ticari beyinlerle zehirlenmiş. Ancak denizi soğuk tatlı su ile karıştığından olsa gerek çok keyifli. Su birçok yerde kristalleşiyor ve kavurucu sıcakta bir bardak buzlu su kadar tatlı. Plaj hafif taşlı ve şezlong yok:) yer bulabilirseniz havlunuzu serin ve sadece 10 dakikada kapkara olun:)